20 Temmuz 2017 Perşembe

Kırmızı kanepedeki Amca



Kimseyi üzmeyin lan… Valla bak, bak Harun Kolçak’ta gitti. Diyeceğim o ki;

10 senedir 4.leventte Emniyetevleri mahallesinde oturuyoruz. Mahalleye sıkışık olduğu için herkes herkesi tanıyor. Eve giden yolda dar bir sokak var, 200 300 metre kadar uzunluğunda. Sokağın başında boyundan aşağısı felç olan bir amca vardı, sabah güneş doğduğunda karısı onu getirir, kırmızı bir kanepenin örtüsünü kaldırır, uzatırdı. O 200 300 metreye bakar öle saatlerce kalırdı. Ben de adını kırmızı kanepedeki amca koymuştum. Ağzının suyu akardı, konuşamazdı, uzanır (uzatılır) akşama kadar orada kalırdı. Eşi ilgilenirdi ama adam sürekli kızgındı ve garipten sesler çıkarırdı.

İlk zamanlar korkardım. Gider gelirken onu görmeyim diye yolu uzatırdım. Bir gün oradan hızlı adımlarla geçiyorum, gözüyle işaret etti gibime geldi. Koşmakla çakılı kalmak arasında karar vermem gerekti, yaşım en fazla 15. Yüzüne tekrar bakınca işaret ettiğini gördüm. Onunla ilk tanışmamızdı bu.

Yanına gittim, niye korkuyordum bilmiyordum ama korkuyordum adamdan. Gözüyle bir şeyler anlatmaya çalıştı, konuşamıyordu da. Garip birkaç ses duydum hırıltı ile inleme arasında. Sanırım yastığını düzeltmemi istiyordu. Eğildim, boynuna sarıldım, geriye doğru çektim, adam en fazla 50 kiloydu. 50 kilo kalmıştı geriye. Gözlerine yakından bakınca, mavi olduğunu anladım, fakat beyazlıklar kırmızılıklar sarmıştı gözünü. Göz altları savaş alanı gibiydi. Hastalık yaşlılık bitkin düşürmüştü vücudunu. Kemiklerini saysan sayılırdı.

Ne alakaysa gençken yakışıklıymış diye geçmişti içimden. Doğrulduğumda yastığından memnun olmadığını işaret etti söylendi. Kızgınlığı bana mı yoksa bu durumda olmasına mı anlamak çok zor değildi. Tekrar eğildim bir elimle sırtından tutup bir elimle yastığını düzeltim kendine yeni bir yatış pozisyonu verdim. Gülümseyemedi, yüz kasları çalışmıyordu ama ben hissettim. Onu ilk defa gülümserken görüyordum.

Boğazıma koca bir düğüm koca bir kaya oturdu. Pencere kenarından suyunu aldım, boynunu tutup içirdim. Gözlerinde ki maviler büyüdü sanki, artık ondan korkmuyordum. Eşi geldi ve ben müsaade istedim, artık oradan her geçtiğimde yanına gider suyunu içirir, derdini sorardım. Kanepenin konulduğu evin giriş katı onların eviydi. Eşi Fatma Teyze’de beni görünce kalkıyor, içeri giriyor yemek falan pişiriyor ben Kırmızı kanepedeki amcaya arkadaşlık yapıyordum, bu böyle birkaç ay sürdü. Saçlarını tarıyor, suyunu içiriyor, yastığını düzeltiyor, salyasını siliyordum ve korkmuyordum. Beni görünce gülebildiği kadar gülüyordu, ölümü bekleyen biri için gülmek ne demekse onu bilerek gülüyordu. Fatma Teyze’de beni çok sevmiş bende onları sevmiştim. Bakkala gidilecekse ben giderdim, adını bilmediğim ilaçları eczaneden alır getirdim, 10 yakın ilaç içiyordu, beyaz mendili sabahları ne kadar temizse akşamları o kadar kirlenirdi ama asla midem bulanmazdı. Adını sormak aklıma gelmiyordu. Sanırım liseyi bitirdiğim yaz Hopa’ya yaz tatiline gittim…Giderken de sabah saat 9’da kanepesine uğramış suyunu içirmiş gözleriyle vedalaşmıştım. Deneme şiir ve kısa öyküler yazıyordum, okulda onu yazdığım bir öykü ile birinci bile olmuştum. Kırmızı Kanapedeki Mavi Gözlü Amca… bakışları ile sarılmıştı bana.

Geri geldiğim gün otobüsten Kavacık’tan inip 500t ile mahalleye geldim. İlk durakta inip metro alt geçidini kullanıp sokağa vardım. Kanepe yoktu, eylül olmasına rağmen hava yağışlıydı, o yüzdendir, diye düşündüm, ama kanepe asla oradan kaldırılmazdı, ıslanmasın diye düşünsemde durum beni işkillendirmişti. Eve gidip dinlendim. Önceden bakkala giderken korkudan uzattığım yolu şimdi onu görmek yardım etmek için koşa koşa gidiyordum. 12’ye doğru hava açmıştı, kesin sokağa çıkarırlardı. Çıktım, kanepe yine yoktu.

Zili çaldım, Fatma Teyze açmadı…Benden yaşça büyük mavi gözlü bir kız açtı, Fatma Teyze’yi sordum. Anne biri var seni soruyor, diye içeri seslendi…O an ters bir şeyler olduğunu anladım!

Fatma Teyze geldi, direkt konuya girmedi ama dediklerinden Kırmızı Kanepedeki Amcanın öldüğünü anladım. Kulaklarımda uğultuyu gün gibi hatırlıyorum. Kurtuldu, dedi. Boynunun altında bağladığı yazmanın ucuyla göz yaşlarını sildi, tüylerim ürperdi, üşüdüm, buz kestim. Sendeledim, adını bilmediğim hasta biri için içim acımıştı, üzülmüştüm. Dokunmaya korkar olduğum biri için göz yaşı döküyordum.

İçeri buyur etti, ilk defa evlerinin içine girmiştim.

Duvarda siyah beyaz bir askerlik fotoğrafı asılıydı, mavi gözlü kız onun kızıydı ve babasının kopyası gibi gözleri vardı.

Bu olaydan birkaç ay sonra Fatma Teyze’de kalp krizi geçirip öldü. Üniversiteye Denizli’ye gittim, ilk tatil için İstanbul’a döndüğümde Fatma Teyzelerin camında satılık yazısı vardı. Diğer gelişimde, içerde birileri, tanımadığım birileri…tanımadığım adını bilmediğim insanlar ergenlik çağımın acılarından olmuştu. Hala her şeyi her bakışını mendilini boğazından gelen derin hırıltıyı hatırlarım amcanın. Adını hala bilmiyorum.

Olayın üstünde 5 sene geçti, o eve yeni birileri taşınmış, bu arada kanepenin konduğu cam içeri doğru balkona dönüştürüldü, 2 3 metrekare bir yer.

Gecenler de evin önünden geçerken içeri baktım…

Yaşlı bir teyze var, baya yaşlı saçları bembeyaz, gülümsedi, kafamı eğdim bende geçtim. Sanki o kadını da o balkona ölümünü beklesin diye bırakmışlar gibime geldi. Kadın sürekli o balkondan dışarıyı izliyor.

Sürekli aklımda bu aralar bu ölüm mevzusu.

Sabah uyandım Harun Kolçak gibi güzel bir adamda bırakıp gitmiş bizi. Üzmeyin lan birbirinizi.

Kime kalacak ki dünya gençken masmavi gözleri ile Fatma Teyzeyi tavlayan kırmızı kanepedeki amcaya kalmadı, Harun Kolçak’a da. Beni severken boynumdan Öpen rahmetli Annem de.

Kimseyi kırmayın, kimseyi bilerek üzmeyin. Kötü olmayın.

Beşiktaş’ı elbette çok sevin ama kimseyi de kırmayın, üzmeyin, hele yarın ne olacağımız belli değilken.

1 yorum:

Lütfen değerli yorumlarınızı bizlerle paylaşınız.

About