13 Aralık 2013 Cuma

Four Four Two Beşiktaş Dortmund Modeli Hakkında

kaynak: Yazan  , 13 Aralık 2013 15:05


Doğru insanları ve planlamayı bulduğunuzda krizler bazen fırsata dönüşebilir. Borussia Dortmund yaşadığı değişimle bunun en belirgin örneği. Peki, artık büyük ölçüde Önder Özen’e emanet edilen Beşiktaş neler yapacak?


Avrupa futbol haritası değişiyor,Finansal Fair Play kapıda, kulüpler zengin sahiplerine teslim oluyor veya devlet desteğiyle günü kurtarıyor. Yöneticilerin şahsi sorumluluklarının olmaması, finansal denetim ve finansal disiplinin eksikliği gibi sebeplerden dolayı, kulüplerin gelirleri arttıkça borçlulukları da artıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Trabzonspor, Galatasaray, Beşiktaş gibi ülkenin önde gelen kulüplerinindevasa zararları, negatifözsermayeleri (Şirketlerin kayıtlı varlıklarının mevcut borçlarını karşılamakta yetersiz kalması durumu) ve büyüyen borç dağları endişe verici. Özellikle “Feda” sloganıyla olayı somutlaştıran Beşiktaş, geçtiğimiz sezon hemen her gün bu konuyla ilgili olarak gündemdeydi. Aslında merak edilen bir anlamda şuydu; yıldızlar gelmeye devam edecek mi? Oysaki bu dönem, zihniyet değiştirmek ve futbol yönetim anlayışını tazelemek için de bir fırsat.


Beşiktaş’ın “Feda yılı” olarak da anılan 2012-13 sezonuna gelmeden evvel, benzer bir durumu birkaç sene önce yaşayan ve üzerine çok yol alan Borussia Dortmund örneğini incelemekte fayda var. Elbette ki, önemli olan her organizasyonun güçlü yanlarını ön plana çıkararak kendi modelini ortaya koyabilmesidir. Yani burada “Beşiktaş Modeli”nden başka seçenek yok. Ancak bu, Dortmund’un yaşadıklarından öğrenilebilecek çok şey olduğu gerçeğini değiştirmiyor.


Aslında uçurumun kenarına gelinme hikayesi, iki kulüpte de benzer şekilde gerçekleşti. 2001-02 şampiyonluğu sonrası Dortmundaşırı transfer harcamaları sebebiyle gittikçe borçlandı. Örneğin 27 yaşındaki Amoroso ve 28 yaşındaki Koller için toplam 35 milyon euro harcandı. Transfere akıtılan paralara rağmen Şampiyonlar Ligi’ne katılamayan takım, ciddi bir gelir kaybına uğradı. 2005 yılına gelindiğinde borçlar birikmiş, özsermaye erimiş durumdaydı.Kulübün CEO’suHans-Joachim Watzke “Sekiz sene önce bu odada hiçbir gazeteci yoktu ve her yerde alacaklılar vardı. Uçurumun kenarındaydık, düşüşe daha yakın olamazdık” diyerek o günleri anıyor.


Bir zamanlar Dortmund da şuursuzca transferler yapardı…


Beşiktaş da benzer şekilde 2009’da gelen şampiyonluktan sonra Rodrigo Tabata, İsmail Köybaşı, Matteo Ferrari, Nihat Kahveci gibi oyuncuları toplam 25 milyon euroya transfer ederken, uzun vadeli sözleşmeler imzalandı.Bu eğilim Quaresma, Simao, Guti gibi transferlerle taçlandı.Ancak kâğıt üstünde ligin favorisi kabul edilen yıldızlarla dolu takım, ilk üçe bile giremedi. 2012 yılına gelindiğinde Beşiktaş’ın borçlarıbirikmiş, özsermayesi -350 milyon TL gibi korkunç bir noktaya gelmişti.Kulübü devralan Fikret Orman yönetimi, transfer ve maaş bütçelerini kıstı ve “Portekiz Çetesi” dağıldı.


2005 yılında iflasın eşiğindeki Borussia Dortmund’da Dr. Rauball başkan seçildi. Hans-Joachim Watzke ise kulüp CEO’su olarak faaliyetlerin başına getirildi. Burada iki kulüp arasındaki çok bariz bir farktan bahsetmek gerekiyor. Dortmund’da yönetim kurulu yalnızcaidari işlere bakarken CEO Watzke ve CFO Tressşirketin faaliyetlerinden sorumlu durumdalar. Spor, Pazarlama, Finans, Organizasyon ve İletişim Direktörleri bu iki isme bağlı olarak çalışıyor ve bu yapı yönetim kuruluna değil, genel kurula karşı sorumlu. Beşiktaş’ta ise halen yönetim kurulunun, daha gerçekçi bir ifade ile başkanın bir sözü ile her şey bir günde değişebilir.


Feda sezonunda Beşiktaş’ın önceliği Watzke’nin ilk adımında olduğu gibi borçları uzun vadeye yaymak ve bedelli sermaye artırımıyla taze kaynak yaratmak oldu. Futbol Genel Direktörlüğü oluşumu ve başına Önder Özen’in getirilmesi ise Beşiktaş’ınyeniden yapılanma isteği olarak yorumlanabilir. Finansal anlamda, sermaye artırımının da yardımıyla borçların yeniden yapılandırıldığıve bir miktar azaldığı görülüyor. Ancak tamamen makul bir seviyeye çekilmesi için daha fazlası gerekiyor. Uzun vadede sermaye artırımı dışında borçların erimesi için üç çözümuygulanabilir:Kulüp kâr eder ve bununla borçlar yönetilebilir bir seviyeye çekilir; piyasası olan oyuncular satılır; kulübün taşınmazları, yani gayrimenkul ve arsaların satışı gündeme gelir.


Yeni yapılan statla birlikte artacak olan gelirlere aldanıp harcamaları aynı oranda artırmak ve hormonlu sözleşmeler imzalamak, Beşiktaş’ı başladığı noktaya geri götürebilir.Öte yandanBeşiktaş, “Feda yıllarını” fırsat bilip yeniden yapılanmada ısrarcı davranırsa, kulüp finansal sağlığa kavuştuğunda beklenenden çok daha yukarılara zıplanabilir. Burada kilit nokta, gelirler artsa da kontrolü kaybedip harcama disiplininden uzaklaşmamak ve popülist transfer politikalarına yüz vermemek. Önder Özen, bir açıklamasıyla en azından fikren doğru yolda yürüdüğünü göstermişti.


Verdiğim bütün kararlarda bugünleri değil yarınları düşünerek hareket ediyorum. Bugünler için yarınları ipotek altına almıyorum.


Bernd Frick ve Joachim Prinz’in 2006’da yayımlanan Alman futbol ekonomisiyle ilgili çalışmalarında, sistemin iki çürük halkası olarak ezeli rakipler Schalke ve Borussia Dortmund gösteriliyordu. Geçen yedi sezonda, başarısız modelde ısrar eden Schalke belki batmadı ama ligde ilk üçün dışında kaldı. Durumla yüzleşerekproje geliştiren Dortmund’un geldiği noktaysa ortada.


Dortmund’da doğru planlamanın sahaya yansıyan ışığı: Klopp!


Dortmund’un en önemli özelliklerinden birisi, uygulanan “50+1 kuralı”yla taraftarların kulübü olması. Bu kurala göre kulüp üyeleri, kulübün hisselerinin çoğunluğunu elinde tutmalı. Watze “İnsanların, bunun kendi kulüpleri olduğunu hissetmelerini istiyoruz” derken radikal bir şekilde konuşmaktan da çekinmiyor. “20 sene boyunca ben de o tribünde bulundum. Orada olmanın nasıl bir şey olduğunu ve orada nelerin konuşulduğunu biliyorum. Almanya’da taraftarlar, kulübün kendilerinin olduğunu bilmek istiyorlar, Katar’ın veya Abu Dabi’nin değil.”


Meşhur koltuksuz tribünü “Sarı duvar”, çocuklara ve engellilere yapılan indirimler ve ucuz biletlerle adeta tüm şehir stada davetli. Yaklaşık 600 bin nüfuslu bir kent olmasına rağmen Dortmund maçı olduğunda 80 bine yakın kişi stada doluyor. Bunun da etkisiyle kulübün ticari gelirleri patlama yapmış durumda. Taraftar-kulüp ilişkisini güçlendirmek için üye sayısı 31 binden 80 bine çıkarılırken taraftarlar kulüp yönetiminde daha aktif hale getirilmiş. Beşiktaş, “Feda” yılında üyelik aidatlarını düşürdüyse de halen beklenen seviyeden uzakta, hele bir de milyonlarla ölçülen taraftar kitlesi düşünüldüğünde… Ancak maalesef Türkiye’deki diğer kulüplere baktığımızda aslında Beşiktaş’ın bu alanda en iyilerden biri olduğu görülüyor.


Diğer yandan, Slaven Bilic’in “Sosyalist bir takım yaratmak istiyorum” demeci, Dortmund’un yeni felsefesinin özünü oluşturan çalışma ve emek kavramlarıyla örtüşüyor. Keza Beşiktaş geleneği de hızlı tüketimden ziyade kendi değerleriyle, yetiştirdikleriyle var olan, mücadele eden ve büyüyen bir yapıyı işaret ediyor.


Dortmund, gizli değere sahip, gelişime açık oyuncuları yurtdışından veya alt liglerden transfer edip şans vermekten çekinmiyor. Tersine, bu tarz oyuncular hem Jürgen Klopp’un pres oyununa daha kolay adapte oluyor, hem de kulüp az harcayarak geleceğin büyük oyuncularını kazanmış oluyor. Ancak artık daha çok paraları var ve Reus, Mkhitaryan, Aubameyang transferlerinde gösterdikleri gibi bunu akıllıca kullanıyorlar.


80’lerin sonundaki Milan’ıyla Klopp’u derinden etkileyen usta hoca Arrigo Sacchi de Dortmund’un oyuncu yetiştirme ve bulma modelini övüyor:“Çalışma, fikir, oyun, organizasyon, inovasyon ve renovasyon (yenileme) daha az harcamanın, daha vurucu sonuçlara ulaşmanın, geleceğin Reus, Lewandowski ve Götze’lerini yetiştirmenin temel şartları. Bununla birlikte, sürekli galibiyet istenen ülkemizde bunun anlaşılması çok zor. Bu durum, yukarda sayılan değerlerin görmezden gelinmesine ve her şeyin ama her şeyin aşırı transfer harcamalarına ve borca bağımlı olmasına neden oluyor. Maalesef, bir oyun tarzını satın alamazsınız. Onu ancak bütün bu fikir, çalışma ve kendini adama ile yaratabilirsiniz.”


Beşiktaş’ta gelecek, yeni Oğuzhanları bulmakta…


Dortmund’u besleyen önemli bir unsur, Almanya’nın olağanüstü oyuncu yetiştirme sistemi. 2000’li yıllarda akademi sistemiyle devrim yapan ülkede Mainz, Freiburg, Bayern Münih gibi sayısız takımda yetişen oyuncular Dortmund için fırsat dolu bir havuz oluşturuyor. Örneğin dünya çapında bir oyuncu ve antrenör yetiştirme merkezi olan Mainz kulübü; Schürrle, Tüchel, Klopp gibi isimleri futbol dünyasına kazandırabiliyor.


Şu bir gerçek ki, Türk pasaportlu oyuncu havuzu oldukça sınırlı ve çok daha geniş bir pazar olan yurtdışından getireceğiniz ucuz oyuncuları 6+0+4 veya 5+0+3’ün neresine konumlandıracağınız belirsiz. Olmamış Oğuzhan’ı, olmamış Fernandes’i bulmak,transfer etmek ve geliştirmek ise kuşkusuz zaman ve sabır istiyor.Yabancı sınırlamasına farklı bir açıdan bakarak 5+7 ve 6+7 olarak okuyan Beşiktaş, yerli oyuncu potansiyeli açısından ligin en iyisi durumunda. Tolga haricinde yaşları 18-26 arasında değişen 13 oyuncu milli takımlar aday havuzunda yer alıyor.


Beşiktaş, ülke futbolu şartları gereği böylesi bir futbolcu-antrenör-eğitimci havuzundan yoksun. Dolayısıyla daha uzun yoldan giderek, Beşiktaş Özkaynak Düzeni aracılığıyla bu hazır adam kıtlığını dindirmek ve insan kaynakları niteliğini artırmak, az harcayarak büyümenin öncülü.


“Kaleci Departmanı”, “Özkaynak Düzeni”,“Oyuncu İzleme” ve Coverciano mezunu antrenörler eşliğinde Milan Lab’daki yapıyı model alması planlanan “Atletik Performans” departmanları, geleceğin oyuncusunu yetiştirmekte kuşkusuz faydalı olabilir. Futbol Genel Direktörlüğü sisteminde ısrar edilir ve süreklilik sağlanırsa pek çok eksik giderilebilir. Ancak bu yapının Türkiye’de daha önce uygulanmadığı, zaman içinde oturacağı ve verimliliğinin artacağınıda hesaba katmak gerek.


“Feda” yılı, uzun vadeli bir programın ilk adımı, yeniden yapılanma ve finansal sağlığa ulaşmak için gereken temeli atma fırsatı olarak görülürse başarılı olarak değerlendirilebilir. Futbol Genel Direktörlüğü ile modern futbol yönetimine bir adım yaklaşılsa da henüz profesyonel yöneticilerin işin içine girememiş olmasını bir eksi olarak değerlendirmek mümkün. Geleceğin oyuncularını yetiştirecek geleceğin kulübü için mesleği futbol yönetimi olan, bu işin ekonomisi, pazarlaması, organizasyonu, hukuku, transfer piyasaları ve tabii ki saha içinde olup bitenlerin teorisine ve pratiğine hakim geleceğin yöneticilerinin yetiştirilmesi, Beşiktaş özelinde ve Türkiye futbolu genelindesağlıklı büyümenin anahtarıolacak gibi görünüyor.
Watzke’nin kurtuluş planı


Borussia Dortmund CEO’su Hans-Joachim Watzke kurtuluşu adım adım organize etti


Kulübü hayatta tutmak: İflası önlemek, borçları yapılandırmak.


Yeniden yapılanma: Üye sayısını artırmak, transfer ve maaş giderlerini sınırlamak.


Yeni bir sportif felsefenin geliştirilmesi: Gizli potansiyeli olan genç oyuncular, profesyonelliğe geçiş dönemindeki oyuncular için 2011’de BVB Academy’nin kurulması, Jürgen Klopp.


Uygulama: Finansal sağlığa ulaşmak, gelirlerin artırılması, Bundesliga ve Şampiyonlar Ligi’nde dereceler, Dortmund markasının kullanılması.


Sürekli gelişimi: Finansal disiplin ilkesinden uzaklaşmadan Dortmund’u Almanya ve Avrupa futbolunun zirvesinde tutmak.




“Temel hedef, değerlerimizi özümsemiş gençler bulmak”


Beşiktaş’taki yönetim felsefesindeki değişimi kulübün CEO’su Gökhan Sarı anlatıyor


Kâr amacı gütmeden yönetilen futbol kulüplerinde sosyal ve insani değerler kuşkusuz son derece önemli. Beşiktaşlılık ve Beşiktaş kültürü ise Beşiktaş markasının en önemli unsurlarını oluşturuyor. Ancak taraftar-kulüp ilişkisini yeni bir boyuta taşımak için üye sayısını artırmaya yönelik planlarını sorduğumuzda, düşen aidatlara rağmen yalnızca 2 bin civarı üyelik başvurusu olduğunu söylüyor Gökhan Sarı.


Diğer taraftan yenilenen İnönü Stadyumu ile maç günü gelirlerinin yaklaşık dört misline çıkacağı öngörülüyor. “Bu durum, borçların belli bir miktara kadar azalması ve futbol takımının bütçesinin artması gibi sonuçları gündeme getirecek” diyor Sarı. “Tam kapasite dolan bir stat ve semt takımı hüviyetiyle Beşiktaş markasında da bir gelişim ve değer kazanımından söz edilebilir. Özkaynak düzeni ise yalnızca A takıma oyuncu yetiştirmek için değil, kulübün sosyal bağları açısından da değer verilen bir enstrüman. Akademi, genç futbolcu adaylarına Beşiktaş kültürünü, aidiyet hissini tattırabilecek bir yer. Yeni stadın etkisiyle artacak gelirlerin,genç takımlara da olumlu yansıyacağını ve daha çok kaynağın buraya aktarılacağını eklemekte fayda var.”


Gökhan Sarı, transferle ilgili olarak da pazarlama, taraftar beklentileri, seyirci ortalamasını artırma gibi çeşitli motivasyonlarla her takımın yıldız oyuncuya ihtiyaç duyacağını söylüyor. Ancak Beşiktaş’ta temel hedefin, takımı yıldızlarla doldurmak değil, ana iskeleti gelişime açık, kulüp değerlerini özümsemiş gençlerle oluşturmak olduğunu belirtiyor.


Gökhan Sarı, son dönemde çok sayıda kulüple ilgili olarak tartışılan kurumsallaşma ile ilgili olarak da yetki ve görevlendirme aracılığıyla sorumlulukların daha etkin bir şekilde dağıtılabileceğini belirtiyor. Ancak şema ne kadar doğru olursa olsun, ana unsur insan olduğu için ve Türkiye’de yerleşmiş bazı kalıplardan dolayı bu işin kolay olmadığını ekliyor.
Batının iyi yanlarını almak


Futbol ekonomisi üzerine kafa yoran Hayatım Futbol yazarı Kerem Akbaş, siyah-beyazlıların bilançosuna ışık tutuyor


“Beşiktaş 2012-13 sezonunda finansal anlamda sahada olduğundan daha bir iyi bir performans sergiledi. Gelirde, Avrupa kupalarından kaynaklı bir kayıp sebebiyle istenen artış sağlanamasa da özellikle futbolcu ve teknik ekibin ücretlerinde 2012-13 sezonunda 2011-12 sezonuna göre yüzde 34,82 kesinti yapılarak 141,5 milyon lira olan futbolcu ve teknik ekip maaşlarını 92,2 milyon liraya indirdi. Kulübün net zararı 151 milyon liradan 68,3 milyon liraya geriledi. Futbol ekonomisine ait tüm tartışmaların başlangıç noktası sayılabilecek Beşiktaş’ın borçlarında ise yüzde 34’lük bir azalma söz konusu. Bankalara ve faktöring kurumlarına olan borçta yüzde 21’lik bir azalma olurken ticari borçlardaki azalma yüzde 51 olarak gerçekleşti ve borçlarda net 94,68 milyon lira azalma oldu. Ancak sermaye artışı olmasaydı bu azalma sadece 8, 9 milyon lira civarında olacaktı. Çünkü 40 milyon liradan 240 milyon liradan çıkartılan sermayeden kulübün kasasına 85,84 milyon lira nakit girişi sağlandı.


Beşiktaş saha içinde Dortmund modelini uygulayamasa da ekonomik anlamda benzerlikler kurulabilir. Beşiktaş’ın bu bataktan kurtulması ve makul zararlar eden bir şirket haline gelmesi için daha yolu var. Bir bedelli sermaye artırımı daha “Geliyorum” diye sinyal veriyor ancak Beşiktaş’ın rakipleri ile arasını kapatmasını sağlayacak en önemli hamle Vodafone ile ilk adımı atılan ve yıkımına başlanan stadyumun yenilenmesi. Stadyum gelirlerinde rakiplerinin oldukça gerisinde kalan Beşiktaş için bu konu hayati bir önem taşıyor. Ülkemizde düzenli bir şekilde Şampiyonlar Ligine katılmak için tek çıkar yol şampiyonluk. Fenerbahçe’nin cezasını avantaja çevirmek ve kapağı bir şekilde Şampiyonlar Ligi’ne atmak Beşiktaş’a çıkan bir piyango olur. Tabii bu varsayımda harcamalarda disiplinden uzaklaşmamak gerekli.”





Yazı: @ Ufuk Özkul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen değerli yorumlarınızı bizlerle paylaşınız.

About