Alıntıdır kaynak: https://eksisozluk.com/entry/68445792
Ekşi'deki o muazzam yazar: https://eksisozluk.com/biri/kasar-yaza
futbol veya bir takımı desteklemek çoğu kişi için hobidir. hafta sonu eğlencesidir belki de. bir takıma karşı aşırı düşkün olmayı çoğu kişi bir abartı sanıyor. hayatta hiçbir konuda becerikli olmayanların kendilerini önemli hissetmek için yaptığı bi' şey olarak açıklayan bile var. bunun böyle olmadığını, istemsiz oluştuğunu, bir hastalık gibi ilerleyip bu hale geldiğini kendi üzerimden anlatmaya çalışacağım.
ailemde futbol fanatiği kimse yoktu. babam beşiktaşlı olmasına rağmen maçları takip etmiyor, takımın kadrosundan bile haberi olmuyordu. onun için hobi bile değildi bu. ben rahmetli dedemin saatinin üzerindeki eski püskü armayı görüp beğendiğim için beşiktaşlı olmuştum. benim bu hale geleceğimi bilseler, belki de engel olmak isterlerdi.
evde maçlar izlenmezdi. sonra da şifreli yayın sayesinde bu tamamen imkansız hale geldi. ilk yaşlarımda beşiktaş'ın maçlarını, tv kanallarının kenarında yer alan maç skorlarından takip ettim. takımların ilk üç harfleri ve 2 rakamdan oluşan bu kısma bakarak geçirirdim 90 dakikaları. beşiktaş hanesindeki rakamın değişmesi için beklerdim hep.
sonra teletext'e geçtim. o zamanlar tek odada televizyon olduğu için, evdekilerin gitmesini isterdim her zaman. trt'nin teletext'inde "201-202" dediğim zaman yaşı yetenler mutlaka hatırlayacaktır. devam eden maçların skorlarınıkırmızı renkte gösterirdi. o siyah ekranda yaşadığım büyük mutluluklar ve büyük üzüntüler ayrı bir entry'nin konusu olur.
sonra radyoya geçtim. maçları radyodan dinleyerek hayal ettiğim zamanlar da oldu yani. radyoda maç dinlemek tam azaptır. maçın gidişatını yorumlaman mümkün değildir. sanki izlesen her şey daha iyi olacakmış gibi elin kolun bağlı gelir. o beklenen gol de gelmezse sıkıntı giderek artar. bir gün nostalji yapmak için deneyin, anlayacaksınız.
nihayet isteklerimi rahatça dile getirip, baskı kurabilecek yaşa geldim. normalde futbolun adının geçmediği eve maç yayını geldi. bu yaşlarımda seneler hüsranla da geçse benim için önemli değildi. beşiktaş taraftarının diğerlerinden farklı olmasının nedeni bana göre budur. okul çağındaki bir çocuğun, daha az başarılı olan bir takımı tutması kolay değildir. bir kere azınlıksınızdır. onlar gözünüzün önünde şampiyonluk kutlar. her sene biri sevinir. siz beklersiniz. derbi mağlubiyetlerinde okula gitmek istemezsiniz. eğer bunlara rağmen takımınızı değiştirmiyorsanız, bu takıma yürekten bağlısınız demektir, çocuk yüreğinize rağmen. bu memleketinin takımını tutanlar için de aynıdır.
ve inönü stadı beni çağırdı. evde izlemek de azap haline gelmişti benim için artık. mabet derken mübalağa etmiyoruz. her yerde azınlık olan bir kesimin bir yerde sadece kendinden olanlarla buluşması ve bir bütün oluşturması gerçekten anormaldi. bir dertten müzdarip olanların aynı yerde buluşup birbirine güç vermesi gibi bi' şeydi.
babam stadın yolunu bilmezdi. istanbul'un,beşiktaş'a gayet uzak bir semtinde yaşadığımız için yalnız gitme imkanım da yoktu o yaşlarda. bu istek yine uzun bir süre açıkta kaldı yani. beklemek beşiktaş taraftarının en iyi bildiği şeydir. bekledik. sonra bir gün beni galatasaraylı dayımla maça yollamaya karar verdiler. bir trabzonspor maçıydı gittiğimiz. hayatımdaki her güzel an da, felaket an da yavaş yavaş siliniyor hafızamdan. ama otobüslekabataş'a indiğimiz ilk anı, her ayrıntısına kadar ve dünden daha net şekilde hatırlıyorum. stada yürüyen insanlar, satıcılar, köfteciler, boğaz manzarası ve inönü'den bu dünyadan değilmiş gibi gelen ses...
yaşım henüz ufak olduğu için o sene maçlara yalnız gitmeye ikna edemedim ailemi. ara ara dayımla gittik maçlara. sonraki sene kendim gitmeye başladım. her şeyle mutlu olabileceğim bir yaşta, saf mutluluğu yaşadığım tek yer orasıydı. bunu ben yapmamıştım. gösteriş yapabileceğim kimse yoktu bu konuda. bu bir başlangıcın devamıydı. elden gelen bir şey yoktu.
belli vakit sonra okul harçlıklarımı biriktirmeye başladım kombine almak için. ancak ne kadar biriktirirsem biriktireyim, param yarısına bile yetmiyordu. yine de durumumu gördüklerinden bana kombine almaya ikna oldular. mabetteki her maça gidecek olmak, kombine kartımı her eşyamdan değerli görmem için yeterli oldu.
bundan sonrası salgın bir hastalığın yayılım hızında geçti. hayatımın arka planında değil, ön planında her zaman beşiktaş oldu. okul hayatımda da formamı giyeceğim beden derslerini bekledim. normal hayatımda hafta sonlarını bekledim. kız arkadaşımla çıkmaya başladığımız günün ertesinde de maça gittim, ayrıldığımız gün de maça gittim. lise sınavına girdiğimde de, üniversite sınavına girdiğimde de aklımda en büyük yer kaplayan şey yeni sezonda beşiktaş'ı nelerin beklediğiydi. dışarı çıkacağım günler, eve misafir çağrılacak günler, evde yemek yenecek saat, sevgilimle buluşacağım gün, finallere çalışacağım gün, tatile gideceğim zaman her zaman beşiktaş'ın fikstürüne göre belirlendi.
şimdi; her sabah uyandığında kendi yaptırdığı kanvas vodafone arena tablosuna bakan, odasının her yerinde beşiktaş'ın izleri olan, 10 yıllık kombine sahibi, 13 yıllık beşiktaş forma koleksiyonu bulunan, girdiği entry'lerin yarısı beşiktaş'la ilgili olan, neredeyse tüm dostlarını tribünden edinmiş, kendi babasını maça götürmüş, beşiktaş armasının olduğu hiçbir yere gitmekten erinmeyen, en ümitsiz anında bile hayata tutunacak dal olarak beşiktaş'ı bulan, tekmil halde beşiktaş sevdasından oluşan bir adamın entry'sini okuyorsunuz. 114 yıllık bir kulübün ayakta kalmasının nedeni böyle bir aşkla ancak mümkündür. bu anlattıklarımı kendimi övmek için anlatmıyorum zira benim gibi olan eminim ki çok var.
ligde her bir şampiyonlukta yıldızın bir kanadını elde ediyosunuz. 5 kanat tamamlanınca 1 yıldızınız oluyor. beşiktaş'ın kazandığı her bir kanatta hayatını beşiktaş'a adamış olanların emeğini görüyorum ben. hiç tanımadığım büyüklerim aynı bu şekilde bize 2 yıldızlı armayı verdi.
şimdi beşiktaş'ın üçüncü yıldızının 4 kanadına; gerek teletext başında, gerek tribünde, gerek deplasmanlarda emek vermiş biri olarak son derece gururluyum. benim iki yıldızda gördüklerimi, eminim benden sonrakiler de bu üçüncü yıldızda görecek. o armanın üzerindeki üçüncü yıldıza baktığımda çok farklı hissedeceğim artık ben de.
olimpiyat stadı'nda saplandığımız bataklıklar, 50 saatlik deplasmanlar, ocak'ta biten şampiyonluk ümitleri, hüsranla dönülen derbiler, sınavları boşverip gidilen yollar, kiev karambolleri, yenilen haklarımız, efsane inönü stadı, süleyman seba, gol atıp şampiyonluk getiren sergenler, metinler, aliler, feyyazlar, bobolar, delgadolar gömülü o yıldızın içine. çocukluğum, gençliğim, hüzünlerim, sevinçlerim, kavgalarım gömülü. hepsi beşiktaş'a helâli hoş olsun.
beşiktaş bizim evladımız gibi. nasıl bir baba, başarılı olamayan evladına karşı sevgisinden bi' şey kaybetmezse, biz de cefayla geçen sezonlarda sevgimizden bir şey kaybetmedik. ancak her baba evladını iyi yerlerde görmek ister. işte mutluluğumuzun yegane sebebi budur.
beşiktaş, bazı insanlarda rastlanan doğuştan gelen bir hastalık gibi. gözümüzü açtığımız gibi yakalanmamızın sebebi buydu. yan etkilerine rağmen bununla yaşamayı öğrendik. olumlu etkilerini görünce de en çok biz seviniyoruz. ve ne yalan söyleyelim, biz bu günleri hak ettik. allah bu hastalığımızın şifasını vermesin.
bu şampiyonluk; bu gece kalbi çocuk gibi çarpanlara, boynu bükük yılların acısını çıkaranlara, bu aşkla hemhâl olup her şeye rağmen saf bir mutluluk yaşayanlara, 2004 senesinde ekran başında gözyaşı dökenlere, sergen'in golünden sonra tura çıkanlara, liverpool maçında penaltıları oyuncularla birlikte atanlara, bir şampiyonlar ligi maçını 3-0'dan çeviren taraftara, adı metin, ali, feyyaz olan çocuklara, süleyman seba'yı ailesinden biriymiş gibi uğurlayanlara, takımını değiştirmeden direnen 8 yaşındaki çocuklara, bu entry'de kendisiyle ortak yönler bulup gülümseyenlere, hayatı siyah beyaz yaşayan herkese kutlu olsun.
beşiktaş'ı karanlık günlerde bulan çocuklara aydınlık günleri hediye eden herkese sonsuz teşekkürler. şimdi motorları maviliklere sürme vaktidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen değerli yorumlarınızı bizlerle paylaşınız.