Başlıktaki ifadeler biraz sert, farkındayım. Öte yandan yazı içinde bahsedeceğim kişi ve grupların hangileri için bu sıfatların hangisini kullandığımı açıklamayacağım. Bunu bulmak okura kalsın. Zaten Beşiktaşlıların geneli yazıyı okumadan da bu sıfatları yakıştığı yere postalayacaktır. Şimdi bakalım elimizde ne var?
Birincisi; haftalardır iyi giden yapılanmayı bozan, hücum ederek ligin zirvesine yapışan takımı defansif tedbirlere boğan, Necip ve Quaresma’ya sarılarak bir kez daha boyunun ölçüsünü alan bir teknik heyet var. “Ne olmuş yani Quaresma ikinci yarı oyuna girdiyse?” diye sorabilirsiniz elbet. Ben de size şu cevabı veririm, “Hem Kagawa, hem Ljajic sahadayken Beşiktaş’ta duran topları Quaresma kullandı.” Sinek ufaktır ama mide bulandırır. Ricardo Quaresma artık Beşiktaş takımında sevilmiyor, bu tespit gören gözler için net. Camia içinde bile tipine/imajına hayran kadın taraftarlar dışında çok destekçisi kalmadı. Takım içi birlik ve beraberliği dinamitlemekten başka bir işe de yaramıyor. Hal böyleyken Türk Telekom Stadında zaten baştan dağılmış, sayenizde düzeni şaşmış takımınıza bir de Quaresma hamlesi yapmakla skoru çevirebileceğinizi sanmanız, yukarıdaki sıfatlardan hangisini hak ediyor ey Beşiktaş teknik heyeti? Maç öncesi kadrolar açıklandığında yayıncı kuruluş Dorukhan’ı, Burak Yılmaz’ın arkasında gösterdi ve biz de mantıklı bir gerekçe bulmaya çalışarak, “herhalde hoca Galatasaray tandemine baskı yaptıracak” dedik. Gelin görün ki, Beşiktaş maça direkt 4-3-3 dizilerek başladı. Meğer buradaki niyet Ljajic’in kanadına Necip’le yardım getirmekmiş. İşe yaradı mı? Elbette hayır. Hatta bu Zihni Sinir projesinin aleyhimize çalıştığı bile söylenebilir. Friedrich Nietzsche, “Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin.” demiş, Şenol Güneş de Galatasaray’ın gollerini en güzel yerden seyretti. Oyuncularıyla birlikte…
Yenilen iki golde de ayakta uyuyan Beşiktaş takımı için kolaya kaçarsak “konsantrasyon kaybı yaşadı” diyebiliriz. Aslında bu durumun tam karşılığını bir başka şekilde de açıklamak mümkün. Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemekle ilgili Albert Einstein’ın harika bir özdeyişi var ama sanıyorum Ümraniye tesislerinde bu aforizmadan haberi olan kimse yok. Hakem ne zaman düdük çalsa havaya kalkan eller kollar, sonu gelmeyen bir muhabbet çabası, sanki rakip oyuna başlamak için bizim beyzadelerin keyfini beklemek zorundaymışçasına haller. Bir değil, iki değil, üç değil, beş değil. Ne kaptan takımı silkeliyor, ne kenardan birileri duruma müdahale ediyor. Amatör ligdeki takımlar bile artık bu hataları yapmıyor. Hakem %100 yanlış bir karar vermiş olsa bile sadece oyunda kalarak Beşiktaş’ın o iki golü yemesi önlenebilirdi oyuncular tarafından. Ne var ki, sızlanmak ve mızmızlanmak kolaylarına geldi.
Son olarak karşılaşmanın hakemi Bülent Yıldırım ve VAR hakemi Cüneyt Çakır ile ilgili bir şeyler yazmamız şart. Tamamen bilerek, isteyerek ve tasarlayarak 45 dakikada Beşiktaş’ın işini bitirdiler. Mental anlamda takımı işlemez hale getirdiler. Biliyorum ki, Türkiye liglerini yeterince uzun süredir izleyen gözler için bu tespiti yapmamıza bile gerek yok. Tıpkı başlıktaki hangi sıfatların bu iki hakemi nitelediğini söylememize gerek olmadığı gibi. Aslında onlara da kabahat bulmuyorum. Beşiktaş yönetimi “süt çocuğu” rolünü hevesle oynadığı sürece Bülent Yıldırım ve Cüneyt Çakır gibiler de istedikleri gibi at oynatmaya devam edecekler. Ta ki, bir gün cesur bir savcı çıkıp İtalya’da Stefano Palazzi’nin yaptığını yapana kadar.
Cem Top
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen değerli yorumlarınızı bizlerle paylaşınız.